14 Şubat 2011 Pazartesi

Juan Goytisolo'dan bir alıntı...An excerpt from J. Goytisolo...

Juan Goytisolo


Yazın metni, ne hemen tanınmayı, ne de okur yığınını anında büyülemeyi amaçlar. Kendisini "okuyacak" kişileri aramaz, "yeniden okuyacak" kişileri arar, yoksalar, çoğu zaman onları yaratmak zorunluğunu duyar. İz bırakmak, dal budak salmış yazın ağacına bir şeyler eklemek emelinde olan yazar önceden bilinen bir ortamda, her zamanki alıcının alışkın olduğu kurallara uyarak salınmak yerine, okurun düzenini sarsmaktan, onu bilmediği bir alana sürüklemekten ve ona işin daha başından, kurallarını hiç bilmediği bir oyun önermekten çekinmez. Okurun başlangıçtaki o şaşkınlığı, işaret levhalarının bulunmadığı, ayak basılmamış bir alanda o el yordamıyla ilerleyiş, kitabın sunduğu yeni ülkeyi düzenleyen gizli yasaları keşfetmek için gerilere dönme gereği, ona okumanın keyfini tattıracak, yenilikçi sanat önerisini özümsemek için onu yazarla işbirliği yapmaya yöneltecektir. Farkına bile varmadan, okur "yeniden-okur"a dönüşecek, o sayede okuduğu ve sonra yeni baştan okuduğu metni kuşatma ve ele geçirme harekâtına etkinlikle katılacaktır. Yine aynı noktayı vurguluyorum, yazınsal yapıtın yazarı, sonuçta, yalnız yapıtını değil, kendi ölçüsüne uygun okur yığınını da yaratır.

Zamandışı metin yaratıcılarından oluşan yıldız kümesini, eleştirmenlerin şakşakladığı, okur oylamasından geçmiş yazarlar topluluğundan ayıran şey, bunların gözüne hâlâ yaşıyormuş gibi görünen yapıtları berikilerin sönmüş ya da ömrünü tamamlamış saymalarıdır. Çağdaşlarının alkışlarına ya da sitemlerine duyarsız olan yaratıcı yazar, çevresinin ölü uğraştaşlarla sarılı olduğunu bilir; hem de istedikleri kadar çırpınsınlar, onur belgeleri ve ödüller biriktirsinler, iskeletsiz birtakım akademisyenler misali, ölümsüzlüğün şanına ermeyi düşlesinler... Benim dünyam, örneğin, çağın modalarına ve yasalarına yabancı bir yazınsal kuraldışılıklar ve istisnalar burcuna dağılmış bulunmaktadır; dipdiri, sapsağlam varlıklarını sürdüren yazarların yüzlerce yılın ötesinden adımlarıma ışık tuttuğu mezarlıklardadır; izleri acımasızca silinip gidecek olan, varlıktan yoksun gölgelerin büyük keşmekeşinin sahnesinde değil. O yazarların, yazılı sözün aracılığıyla, yaşayanlarla böyle kaynaşmaları ne sınır tanır, ne çağ. Yapıtlarını saydığım yazarlarla, değişik kültürlerden ve alanlardan gelme başka yazarlara, İbni Arabî ile İbni El Fârid'e, Rabelais ile Swift'e, Flaubert ile Biely'ye, Svevo ile Céline'e, Arno Schmidt ile Lezama'ya o yoldan bağlıyım. Onların göz kamaştırıcı parıltısı, şamatacı ve sıradan çağdaş yazınımızın bir görünüp kaybolan hayaletleriyle dolu bu evrende nereye gitsem benimle birlikte geliyor. Ancak onların sert kabuğunu delip, "çekirdeğin çekirdeği"ne ulaşan, kabilenin değer ölçütlerine sırt çevirip onların gerçeğini ele geçiren kişi bu eşsiz, yinelenmesi olanaksız sese erişecektir: garipliğiyle öbürleri arasından seçilen ve alışılmış taklitçiler alayının öykünme ya da benzetmelerine cesaret vermeyen sese. Yazın tarihi, her yazının tarihi, yüzyıllar boyunca kendi aralarında söyleşiyora benzeyen ve eşsizliklerinin tılsımıyla bizi büyüleyen o benzersiz seslerin tarihidir.

–Yeryüzünde Bir Sürgün’den