8 Ocak 2010 Cuma

kahve, adam ve kadın...


“Sanırım kahveye hayır demezmişsiniz” dedi, adam.

“Bunu da nereden biliyorsunuz?” dedi, kadın.

“Sadece bir his, diyelim” dedi adam kinayeli bir sesle...

“Peki o halde, içelim! Doğru, kahveye hayır diyemem kolay kolay” diye karşılık verdi kadın; muzip, sevinçli, heyecanlı, şaşkın, vurgun, havai fişekli duygularla kaplı ve ama tüm bu duygularını gizlemeye çalışır, ama ne kadar başarılı olduğu tartışılır bir tonla...

Kadın gitti adamın yanına.

Adam oradaydı.

Adam kadını gördü.

Kadın da adamı.

Adam kocaman gülümsedi.

Kadın belki daha da büyük ve pembe.

Motorundan indi kadın.

Adam “nerede içelim kahvemizi?” diye sordu.

“Çantamda kırmızı termosumda taze çektirdiğim Kolombiya kahvesi var”, “Seversiniz umarım” dedi kadın. “Yani hem kahvemi hem de sokaklarda içme fikrimi!”. “Dışarıda yapılan kahveler ne tazeliğiyle ne de aromalarıyla pek tatmin etmiyor beni, ee ne de olsa iflah olmaz bir tiryakiyim, belki de ne yazık ki demeliyim!” dedi kadın.

“Çantasını açıp 2 tane incecik ve zarif porselen fincan çıkarttı” adam. “Tahmin etmiştim! Daha doğrusu dilemiştim...” dedi adam...

Hava sıcaktı oldukça.

Denize yakın bir ağaç gölgesi görüp oraya doğru yürüdüler.

Ağacın yanındaki yüksekçe duvarı hem masa hem sandalye olarak seçtiler.

Duvar oldukça yüksekti.

Adam elinden tuttu kadının.

Kadın zıplayıp duvara oturdu.

Adam beklemediği bu yüksek sıçrama karşısında hayretle gülümsedi.

Kadın da sol kaşını kaldırıp ağzının tek yanıyla gülümseyerek başını sola eğip, aynı anda sol omzunu da kaldırdı yavaşça “yani, işte öyle” dercesine...

Hava sıcaktı.

Gölge oldukça serindi.

Hava tertemiz ve ferah deniz kokuyordu, rüzgarla gelen.

Kahve çok taze ve güzeldi.

Güzel kokuyordu.

Kadın vardı ve oradaydı.

Kahvesi elindeydi.

Şiirleri de vardı ve oradaydılar.

Adam...