11 Mart 2015 Çarşamba

Trajikomik bir Kabataş semti hikâyesi…

“Kabataş’ında var bir yılan yalan…”


Bu konuda, bunca zaman, hiçbir şey yazmadım, paylaşmadım, küçücük bir not bile düşmedim ilgili! Bırakın inanılmasını, konuşulması bile normal insan zekâsını küçümsercesine acınaklı, o derece aptalca çünkü! “Kabataş Olay”ından bahsediyorum, evet! 1,5 yıl geçmesine rağmen hâlâ gündemde olup konuşulabiliyor olması trajik ve hüsran verici!
Biri bunu anlatsa ve ardından kuvvetle muhtemel öylece baka kalacak suratıma “1 Niissaaaannn!”, diye haykıracak olsaydı, yüzümü en çirkin mimiğimle donatır ve hiç komik olmadığını söylerdim!
İstanbul gibi 20 küsur milyonluk kentin, en işlek semtlerinden birinin, güpegündüz en yoğun ve kalabalık noktası’nda; cadde’nin kenarı; iskele’nin karşısı; metro’nun çıkışı; durağın da önünde; VE GÜPEGÜNDÜZ, 1 –bir- değil, 3 –üç- değil, 5 –beş ya da 10 –on- değil; TAM 100 –yüz- tane yarı çıplak, diğer yarısı ise deri giysiler içinde erkek; bir kadın ve bebeğini çevreliyor, yetmiyor, taciz ediyorlar, yetmiyor tartaklıyorlar, yetmiyor üzerine işiyorlar!
Ve tam da bu sırada; tüm bunlar olurken, 5 –beş- kişinin yan yana yürüdüğünde “valilikten izinsiz toplanma/gösteri yaptıkları şüphesiyle” durdurulduğu bu kentte, “Polis Akademisi” filmlerindeki meşhur “mavi istiridye bar”ında bile göremeyeceğimiz sayıda deri kostümlü, yarı çıplak, kamçılı mamçılı vahşi 100 –yüz- (!!!) adam şehrin göbeği’nde ellerini kollarını sallaya sallaya, bırakın bir bebekli kadını, bir insana bunları yapabiliyorlar, ve ne yoldan geçen bir insancık durup bakıyor bir şey diyor, ne güvenlikler, ne polisler, ne yoldan geçen arabalar, taksiler, kamyonlar! Allah Allah! Sanki adeta, görünmezler! Hani yani epeyce vicdansız bir toplum olduğumuzu söyleseler kabul ederim de, o kadar da değil sanırım ha! Bugün bile “imdat hırsız” diye bağırdığınızda bir sürü insan adamın peşinden koşar. (Haa, kadın imdat bu adam öldürüyor beni dese, kimse bir şey yapmaz o ayrı ama, hırsız var deyince yine daha bir duyarlılar! Her iki durumdan da biliyorum! Neyse, konumuz bu değil şu an!)
Olayın yaşandığı iddia ediliyor. Onca “korkunç” olayın olduğu tarihten 5 gün sonra polise gidip durumu anlatıyor kadın! Polis tutanak tutmuyor, delil olarak idrarlı kıyafetler filan alınmıyor, adli tıp raporu, kamera görüntüleri, hiç ama hiçbir şey yok! 1-2 “gazeteci”nin, 1,5 yıl sonra bugün yalan söylediklerini itiraf ettikleri ama o gün “biz morlukları da, kamera görüntülerini de; yani gerçekten bu vahşi olayın yaşandığını da gördük”, diye yaptıkları yalancı şahitlikleri var! Bugün pişmanlık diyorlar kendileri! (Biz de tabii hemencecik hoooppp unutuyoruz toplumcana söylenenleri, tanıklıkları…Derhâl affedip, “aaa o kadarcık yalan kadı kızında da olur caanıııımmm, n’olcak”, diyoruz, geçiyor gidiyor!!!)
Olaydan 1,5 yıl geçti, kadın da, politika yapan kayınpederi beyefendi de, avukatları da bunun uydurulduğunu, yalan olduğunu itiraf etmiş olsalar da, o gün o saatte oradaki -ve muhtemelen Avrupa Yakası’ndaki- tüm kamera kayıtlarında her şeyin gayet temiz, süt liman, yaşanmamış olduğu, kadının kocası tarafından birkaç dakika içinde duraktan alındığı görülse de, olayın iç yüzünü anlamak için o gün İstanbul’un o semtinden geçenlerin telefon kayıtlarından; şecerelerine kadar her şey çıkarılmış olsa da ve belki tarihte hiçbir “fail”in ya da olayın bu denli iyi “soruşturulmadığı” düşünülürse, hâlâ bunu söyleyebilenlerden; dinleyebilenlerden; destekleyenlerden; ve en korkuncu da “gerçekten inanabilenlerden” utanç ve dehşet duyuyorum! Böyle bir şeyi uydurabilenlerin ve bunu hâlâ kullananların, kendilerini vakfettiklerini iddia ettikleri “Allah sevgisi ve vicdanından”,  inanan ya da destekleyenlerin de zekâ ve ahlâkından şüphe duyuyorum!
Ve dillendirebildikleri “zengin fantezi dünyalarına” ise güleyim mi, ağlayayım yoksa tiksineyim mi bilemiyorum!
Hiçbir kamera kaydı ya da yalan itirafı olmasaydı hâttâ, böylesi bir hikâyeye gerçekten inandıklarına hiçbir insan evlâdı; hiçbir normal insan zekâsı’ndaki insan evlâdı beni inandıramazdı! Sadece acınacak derecede yardakçı olma zavallılıklarına “vah vah” der ve güler geçerdim.


Yazık, çok yazık…Memleketimiz kimlerin sofralarında paylaşılıyor, ve kimlerin dilinden çıkan bir sözcükle, vicdan ve onur yoksunu o parmaklarının ucuyla bastıkları bir düğmeyle koskoca topluma; halklara; analara, ocaklara ne acılar yaşatılıyor… 

lakırtı kavafı g.ü.