7 Haziran 2008 Cumartesi

motor&bodrum

Belki de herkesin yıllar evvel keşfettiği, ve fakat benim çeşitli sebeplerle hep ertelediğim ve de önyargılarla yaklaştığım Bodrumsallık ruhu, sonunda bir vesileyle çıktığım geziyle sona ermiştir! Fazla cıstak cıstak’ı, çılgın eğlenceleri, “geceleeeerbooooyyyuuu” hayatı, çok yükses sesli müziği, sabahlara kadar eğlenceleri ve burada belirtmek istemediğim, sevmediğim bir sürü detayı -sevmediğimden işte-, sonuçta da sadece yıllar önce bir kez yaptığım 1 haftalık bir yalıkavak tatilcik’imden başka bir bilmişliğim yoktu Bordumu!
İşte bu nedenle ben, işte tam da bu nedenle, moto-gurme arkadaşlarıma, çoktan keşfetmiş olmaları olasılığını ve “amaaan sen de daha yeni mi gördün, bildin Bodrum’u?” da göze alarak, ama yeni 1-2 yer keşfettirebileceğimi dileyerek yazacağım...
Bir türlü yağmamak için elinden geleni ardına koymayan Bordum göğü, gri bulutları ve bize bir yaprak gibi hissettirerek sürüklenmemize neden olacak kadar güçlü rüzgarıyla çepeçevre sarmış durumdaydı etrafımızı...Biz ise inatla bir yarım ada turuna karar vermiş ve dönmemek üzere adeta and içmiştik! :) Uçmak var, dönmek yoktu!
Sabah, hala çılgın yaz tatilcilerinin karınca sürülerini andıran kalabalıkları Bodrum’a düşmemiş, sadece rüzgarlı fakat ılık, ve sadece kış yaşayanlarının yürüdüğü oldukça boş, yemyeşil, bahar çiçeklerinin ve onların insanı kelimenin tam anlamıyla mest eden, sarhoş eden kokularının eşliğinde Bordum merkezin ara sokaklarından birinden gezimiz için bir küçük scooter kiralıyoruz, evet kiralıyoruz çünkü motorlarımız istanbul'da ve biz bu güzel doğayı kaçırmamaya karar vermiş durumdayız! Şansımız nasıl da yaver gidiyor! Hayatımızda belki de ilk kez sadece tesadüf eseri olarak mükemmel bir otele yerleşmiş olmanın kıvancıyla gittiğimiz moto-rentçiden 0 km bir suzuki kiralayarak çıkıyoruz! Düşünebiliyor musunuz? Turistik bir yerde, hem sıfır hem de çin malı olmayan; “GİDEBİLEN” bir motor!!! :)
Değil 4; 8 ayak üzerine düşmüş olmalıyız! Vıjır vıjır giden motorumuza binip, otelden aldığımız harita üzerinde rotamızı işaretleyerek yarımadada hiçbir yeri kaçırmamaya karar veriyoruz. İlk gün gezimiz Bordum merkezden başlayıp, aynı noktada bitecek, ikinci gün ise yarımadanın içlerindeki köylere gideceğiz...
İlk akşam akşamüstü vardığımız için yemeği biraz aperatiflerle geçirmek isteyerek merkezde, marinanın ileri kısmındaki meşhur Sünger Pizza’ya gidiyoruz. Pizzacı olmasına karşın ne ararsanız var. Balık çorbasını tatmaktan kendimi alamıyorum. Mezgitten yapmışlar, terbiyeli ve pek edepli... Lezzet mükemmel. Ardından pizza istiyoruz, deniz ürünlüsü de (deniz ürünlü pizzayı türkiye'de pek bir yerde bulmak mümkün değil, olanlar da dondurulmuş bir iki deniz ürünü atıveriyorlar, ki bu da gayet lezzetsiz ve kötü oluyor ama burada her malzeme taze!), klasik karışığı da gayet iyi! İnce hamur ve pizzanın en gıcık eden yanı olan ısırınca hamur ve üstündeki malzemenin –topping’in- ayrılması durumu yok! Notumuz yüksek! Belirttiğim gibi burada balık, kalamar, vs. herşey var neredeyse, ama biz balığımızı balıkçıda yemek istiyor, iştahımızı saklıyoruz!
Efenim neyseeeee...Döndük gezimize, rotamız sahilden eski yol üzerinden Bordum, Gümbet, Bitez, Akyarlar, Turgutreis, Gümüşlük, Yalıkavak, Gündoğan, Göktürkbükü, Güvercinlik, Torba ve son durak yine merkezdeyiz...
Hafif brunch saatlerine denk Bitez’deyiz. Bir de bakıyoruz ki tüm Bodrum burada! Boydan boya hıncahınç dolu plajda iğne atsan yere düşmüyor. Hava güneşli fakat inanılmaz rüzgarlı, zaten bu nedenle denizin üstü de yelkenlilerle dolu. Oldukça serin...Herkesin keyfi son derece yerinde, belli ki herkes hem güneşin hem de yediklerinin keyfini çıkartıyor. (Hele ki pembe İngiliz arkadaşlar yüzüyor ve denizin bile tadını çıkarıyorlar! Brrrrr...Hiç mi üşümez bu insanlar yahuuuuu???, diye düşünüyorum! İçimden! :) ) Biz her ne kadar yeme kısmına iştirak edemediysek de –otelimizin muhteşem kahvaltısıyla tıka basa dolduktan sonra mümkün değil!- memnun yüzlerden sonra tabaklara şöyle bir göz attığımızda zengin ve taze görünümünden gayet lezzetli kahvaltılar olduğu belli! Fiyatlar ise zaten İstanbul ile kıyas kabul etmez, 8-10-14 YTL aralığında; bir kuş sütü eksik!!!
Bodrum’da ve diğer çevre bölgelerdeki insana terkedilmiş hissi veren sessizlik ve bomboşluk burada yok! Her yer cıvıl cıvıl! Rengarenk, neşeli ve bol kahkahalı! Buradan ayrılmak istemesek de artık yola devam etmeli...Ne de olsa bir rotamız var!
Çevreyoluna değil eski sahil yoluna çıkıp devam ediyoruz. Öyle bir rüzgar var ve gittikçe öyle şiddetleniyor ki, geri mi dönsek acaba’dan, anneeeeciiiimmmm’e kadar çeşitli düşünceler geziniyor zihinlerimizde! Ama yarımadayı dönünce geçecek düşüncesiyle devam etmeye karar veriyoruz! Ama görüyoruz ki nafile! Rüzgar şiddetini artırdıkça artırıyor, bizi korkuttukça korkutuyor, çünkü soldan gittiğimiz yolun sağ banketinde buluyoruz kendimizi birkaç saniye içinde, ve istanbul’un delik deşik sokakları gibi Bordum ve çevresi de hem yol kazıları hem de turistik tesis inşaatlarıyla dolu maalesef. Her yer buldozer ve iş makinaları ve havada toz toprak, yerlerde çamur! İnsanlara ne yazık ki yetmiyor doğayı bu denli katledip her yeri betona döndürmek, tam gaz devam; doğa daha artık nasıl S.O.S. çağrısı verecekse???
Neyse, tüm bu üzücü ve olumsuz duruma rağmen biz solumuzda bembeyaz köpük köpük dalgalarla bezeli masmavi denizi seyrederek keyfimizi bozmamaya çalışıyoruz. Yolda durup yemek yeme fikrimizi de rüzgarda sapsarı tozla kaplı dükkanları gördükten sonra değiştiriyoruz. Yola devam, yemek Bodrum’da; ama Turgutreis’te yaşadığımız korkuların büyüğünden sonra kanımızdaki şekerin tümü yakılmış olacak ki, inanılmaz bir şekilde kendimizi Mado’ya atıp, -tabii klasik Mado tadıyla- dondurmalı sahlep ve üstüne birer porsiyon sıcak börek çay molası veriyoruz ve sonra yola devam...Yalıkavak’ta kuklacıda küçük bir fotoğraf ve sohbet molası ve bu son artık...zaten rüzgar ve toz duman başka seçenek vermiyor. (Bu arada yarımada da dönüldü, ama havada değişen bir şey yok! Kader kabullenildi! :))
Tur bitti. Geri döndük. Akşamüstü Bodrum çarşıda küçük bir gezinti, dostlarla sohbetler, bolca fotoğraf ve tavsiye edilen restorana yer ayırtmak tüm “yerli halk desteği ve forsumuza” rağmen mümkün değil, rezervasyonlar günler önce bitmiş. İçgüdülerimiz bizi marinadaki en son balık restoranı olan Berk Balık’a götürüyor, rezervasyon filan derken saat geliyor. Günün anlam ve ehemmiyeti (!) nedeniyle daha da bir torpilli daha da bir incelikli muamele görüyoruz. Herkese karşı gayet kibar ve esprili çalışanlar bize daha da bir ihtimam gösteriyor. Masamız balkonda! Balıkları ve mezeleri dolaptan kendimiz seçiyoruz. Ne isterseniz var, ve balıklar hala insanın gözünün içine bakıyorlar! Balık öncesi tüm Ege otları, kavurmaları, deniz börülcesi, kalamar, karides ve de bence geceye damgasını vuran mangalda ahtapot (biz şu ana kadar belki sadece 1 yerde gördüğümüz ama hiç de iyi yapılmayan, fakat Yunan adalarında inanılmaz lezzetli ve hemen hemen her yerde yapılan mangalda ahtapotu görünce şaşırıyoruz.). İşin enteresan yanı ben ki ağzıma ne ahtapot, ne de antenligilleri –karidesten, jumboya, ıstakoza kadar hiç birini- asla ağzına sürmeyen ben bile o kokunun ardından tadına baktım ve laf aramızda bayıldım! Sonra enfes tombik ve lezzetli deniz çipurası! Son yılların en güzeli, en lezizi denebilir. Mükemmel lezzet, şarap ve rakıyla, mimoza kokulu hava ve denizin sesi ve kokusu bütünleşince değmeyin keyfimize. Hesabımız da bu ziyefetin yanında lafı edilmeyecek kadar küçük!
Gece sona eriyor ve biz ertesi sabah güzel ve güneşli günün erken saatlerinde yaklaşık 2 saatlik bir yolculukla Kuşadası’na da uğramaya karar veriyoruz bu harika Bodrum gezimizden sonra. Kuşadası daha sıcak ve rüzgarsız. Kendimi kısa bir dinlenmenin ardından çarşıya atıp bahar turlaması yapıyorum. Balık hali’nden balıklar fışkırıyor nerdeyse. Görmediğimiz bilmediğimiz, tatmadığımız ya da sadece adını bildiğimiz çeşit çeşit balıklar...Otlar deseniz kaç çeşit olduğu sayılamayacak kadar çok, Salı da köylü pazarı kuruluyor, ben de toplayıp taşıyacağım İstanbul’a!!!
Akşam bizi Kadınlar Denizi mevkii - Seçkin sitesi’ndeki Akyar Balıkçısı’na götürüyorlar. Küçük bir yer, hafif bir sanat müziği fonda, tam bir dost ortamı! Hem restoran hem de isteyene balıklarını kendileri götürüp pişirtecekleri, meze ve içkileriyse oradan alacakları bir restoran. Yine cam kenarı masamızdan soldaki denizi biraz yüksekten teras tadında seyrediyoruz. Günbatımı inanılmaz...Bize özel bir ağırlama yine dostlarımızdan. Hayatımda ilk defa turna balığı yiyorum; hiç yemediğimi ama Bodrum’da ve Kuşadası’nda balıkçılarda sıkça gördüğümü söylediğim için turna alınmış! Keyfime diyecek yok! Yine mezeler otlar derken turna görünüyor! O nasıl bir balık nasıl bir lezzet ve tabii nasıl ustaca tam kıvamında pişirilmiş! Hayatımda ilk defa keşfettiğim bu balığa tek kelimeyle inanılmaz bir tat desem belki azıcık anlatabilmiş olurum, çünkü benim için balığın özel olması demek değişik bir tat ve lezzetinin olması demektir ve bu da tabii doğru ve kıvamında pişirilmesiyle birarada olabilir ancak! İyi pişirilmezse en iyi balık ya da sebze ya da et berbat edilebilir! İşte bu noktada tüm bu detaylar kesişiyordu! Herşey dört dörtlüktü! Artık balık “top list”ime Orfoz, dil, turna diye bir değişiklik yaptım! Hesap mı? Yine o kadar cüzzi ki...Ne desem...Hmmm...diyorum ki, mutlaka Kuşadası’nda Akyar Balıkçısına uğrayın derim!!!!
Ertesi sabah kendimi atıyorum pazar’a! Uçakta bana yine gülecekler biliyorum ama artık alıştılar. Radikasından arapsaçına, turpotundan rokasına kadar toplayıp getiriyorum pazarı!
İnanabiliyor musunuz; pazarda çeri domatesin kilosu 1 milyon! Evet evet sadece 1 milyon ve kokusu 100 metreden geliyor, sadece İstanbul’da olmayan otları taşımayı düşünürken bakıyorum ki roka, maydonoz, dereotu ve bir sürüsü burada da olmalarına rağmen almazsam küseceklerinden dolayı onları da topluyorum! Yaklaşık 10 kilo farklı otun toplam maliyeti 10 ya da 12 milyon! Güzelce kolileyip havaalanına! Benimle dalga geçiyor yanımdakiler! Ama hahahaaahhaaaa, host ve hostesler İzmirli! Beni anlıyorlar tabii! Dalga geçmenin aksine “kutsal otlarımı” itinayla alıp, hosteslerin yanına veriyorlar ki zarar görmesin, incinmesinler! Yani otlarım VİP bir uçuşla İstanbul’a geliyor!

Neyseeeeee...................
Yollar bitiyor...güzel seyahatlar, anlar, anılar, lezzetler bitiyor...taa ki yeni yolculuklar ve tatlar gelinceye kadar... :)

Okuduğunuz ve hala okuyor olduğunuz için teşekkürler...Yeni yolculuklarımızda bu yeni tatları birlikte deneyebilmek dileğiyle...
Bol ikiteker, ölçüsünde yemekler hepinize...

Gökçe Ü.