24 Kasım 2012 Cumartesi

Oldukları ya da olamadıkları! İşte bütün mesele!


     Ben bir psikiyatrist ya da psikolog değilim. Dolayısıyla bu yazı da bilimsel bir yazı değil, tamamen benim yaşadıklarımı, gözlemlediklerimi ve sonuçlarını okuduklarımla sentezleyerek ulaştığım çıkarımlarımı içeren öznel düşüncelerimdir...

     İnsanların dış dünyayla başa çıkabilmek, mücadele edebilmek; ayakta durabilmek, kendi olabilmek ya da “biri” olabilmek için, adına farklı savunma mekanizmaları, edindikleri farklı oluş-varoluş biçimleri var.

     Kimi kişiler kendileriyle ilgilenirler. Öncelikle kendileri değiştirip, dönüştürmeye, “oldurmaya”, “olgunlaştırmaya”, varetmeye çalışırlar. Kendi hataları, eksiklikleri ile uğraşırlar. Diğerlerinin doğru yaptıklarını düşündükleri durumlarda yapıcıdırlar, takdir ederler, desteklerler. Kendileriyle ilgili kompleksleri, eziklikleri yoktur, bilgiyi, bildiklerini, güzellikleri paylaşarak çoğaltmak onları mutlu eder. Kendileriyle barışık olduklarından, oldukları gibidirler; oldukları gibi davranır ve görünürler. İç huzuruna sahiptirler. Berraktırlar. Triklere-trüklere ihtiyaç duymazlar insanlarla ilişkilerinde. Dosdoğru ve dürüsttürler. Kendileri gibidirler, başkası olmaya öykünmezler. Hatta kendilerine zaman zaman zarar verecek “ötekilere” karşı bile, çünkü onlar “öyle”dirler işte; kendileri için; başkaları değil. Kararlarını verirken akıl-mantık süzgecinden geçirip, doğru adımları  ve “doğru zamanda” atmaya gayret ederler. Sadece kendileri değil, aynı zamanda tüm insanlar, tüm diğerlerini de yoksaymayarak, gözardı etmeyerek, hiçleştirmeyerek davranmaya çalışırlar. Yanılmak, üzülmek, kırmak, pişman olmak istemedikleri gibi, yanıltmak, üzmek, kırmak, pişman etmek de istemezler kimseyi. Çünkü “insan”a değer verirler, öncelikle salt insan olduğu için. Akıl, fikir, vicdan, ruh ve “bilinç” sahibi oldukları için.

     Bir diğer grup insan ise, hayatı boyunca hep olmadığı, olamadığı şeylerin içsel mücadelesindedir. Hep olamadıklarına ve eksikliklerine odaklanır ve her daim olamadıklarının eksikliği ve ezikliği ile –artık bir noktadan sonra farkında bile olmadan, bilinçaltıyla- sahip olamadıklarına “aslında istese sahip olabileceğini” ve “kendi bildiklerinin hep doğrusu olduğunu” ispatlamaya çalışmakla geçer hayatı; başkalarının hayatlarına müdahele etmek, mutluluklarını, mutlu olma biçimlerini ve yaşayışlarını sorgulamak, hatta kimi zamanlarda; yanlış gördüğü zamanlar ve durumlarda bir şekilde engellemek, yoketmek, son vermek pahasına yapar bunu… Öykündüğü hayatlara kendini, olduğu değil edindikleriyle ispatlamaya, göstermeye, varetmeye çalışır. Özgüvensizliğini, aşırı özgüvenli maskesi, kisvesi altında kamufle etmeye çalışır. Herşeyi bildiğini, her yaptığının, söylediğinin, düşündüğünün doğru olduğunu düşünür, hatta inanır ve o yöndeki diğer tüm fikir ve düşüncelere kulaklarını tıkayarak yaşar, kararlarını kendi bildiği doğrultuda alır ve davranır...Hele ki biraz zeki ise de bunu başarılı dil manevralarıyla çok iyi becerir. Egoisttir. Kibirlidir. İddiacıdır. İnatçıdır. Eleştirilmeyi asla kabullenmez ama –mış gibi yaparak olgun kişi imajını korumak ister. Kontrol delisidir ve herkesin üzerinde hegemonya kurmaya meyillidir, ki bu doğal olarak bilinçaltındaki özgüvensizliğinden kaynaklanır; kontrol onda olmazsa güvende hissetmez, paranoyakça korkuları vardır çünkü. Bildiklerini, diğeri onun önüne geçer korkusuyla; hissetiklerini ise kendisine karşı kullanılabilir ve bu ona zayıf hissettirebilir, ya da zaafları anlaşılabilir; ele geçirilebilir korkusuyla paylaşmaz.

     Ve böylece sürekli “strateji ve oyunlarla” kurgulayarak kendi özbenliklerini bile unuttukları hayatları, doğru olduğuna inandıkları ve asla kabullenmedikleri hataları, mükemmel mutsuzlukları ve farkında bile olmadan etraflarındaki herkesi aşağıya çektikleri gerçeğiyle geçer durur…

                                                        lakırtı kavafı-yirmidörtkasımikibinonikiistanbul…kırıkdört.