Ben bir psikiyatrist
ya da psikolog değilim. Dolayısıyla bu yazı da bilimsel bir yazı değil, tamamen
benim yaşadıklarımı, gözlemlediklerimi ve sonuçlarını okuduklarımla
sentezleyerek ulaştığım çıkarımlarımı içeren öznel düşüncelerimdir...
İnsanların dış
dünyayla başa çıkabilmek, mücadele edebilmek; ayakta durabilmek, kendi
olabilmek ya da “biri” olabilmek için, adına farklı savunma mekanizmaları,
edindikleri farklı oluş-varoluş biçimleri var.
Kimi kişiler
kendileriyle ilgilenirler. Öncelikle kendileri değiştirip, dönüştürmeye, “oldurmaya”,
“olgunlaştırmaya”, varetmeye çalışırlar. Kendi hataları, eksiklikleri ile
uğraşırlar. Diğerlerinin doğru yaptıklarını düşündükleri durumlarda yapıcıdırlar,
takdir ederler, desteklerler. Kendileriyle ilgili kompleksleri, eziklikleri
yoktur, bilgiyi, bildiklerini, güzellikleri paylaşarak çoğaltmak onları mutlu
eder. Kendileriyle barışık olduklarından, oldukları gibidirler; oldukları gibi
davranır ve görünürler. İç huzuruna sahiptirler. Berraktırlar. Triklere-trüklere
ihtiyaç duymazlar insanlarla ilişkilerinde. Dosdoğru ve dürüsttürler. Kendileri
gibidirler, başkası olmaya öykünmezler. Hatta kendilerine zaman zaman zarar
verecek “ötekilere” karşı bile, çünkü onlar “öyle”dirler işte; kendileri için;
başkaları değil. Kararlarını verirken akıl-mantık süzgecinden geçirip, doğru
adımları ve “doğru zamanda” atmaya
gayret ederler. Sadece kendileri değil, aynı zamanda tüm insanlar, tüm
diğerlerini de yoksaymayarak, gözardı etmeyerek, hiçleştirmeyerek davranmaya
çalışırlar. Yanılmak, üzülmek, kırmak, pişman olmak istemedikleri gibi,
yanıltmak, üzmek, kırmak, pişman etmek de istemezler kimseyi. Çünkü “insan”a
değer verirler, öncelikle salt insan olduğu için. Akıl, fikir, vicdan, ruh ve “bilinç”
sahibi oldukları için.
Bir diğer grup insan
ise, hayatı boyunca hep olmadığı, olamadığı şeylerin içsel mücadelesindedir. Hep
olamadıklarına ve eksikliklerine odaklanır ve her daim olamadıklarının eksikliği
ve ezikliği ile –artık bir noktadan sonra farkında bile olmadan, bilinçaltıyla-
sahip olamadıklarına “aslında istese sahip olabileceğini” ve “kendi
bildiklerinin hep doğrusu olduğunu” ispatlamaya çalışmakla geçer hayatı;
başkalarının hayatlarına müdahele etmek, mutluluklarını, mutlu olma biçimlerini
ve yaşayışlarını sorgulamak, hatta kimi zamanlarda; yanlış gördüğü zamanlar ve
durumlarda bir şekilde engellemek, yoketmek, son vermek pahasına yapar bunu… Öykündüğü
hayatlara kendini, olduğu değil edindikleriyle ispatlamaya, göstermeye,
varetmeye çalışır. Özgüvensizliğini, aşırı özgüvenli maskesi, kisvesi altında kamufle
etmeye çalışır. Herşeyi bildiğini, her yaptığının, söylediğinin, düşündüğünün
doğru olduğunu düşünür, hatta inanır ve o yöndeki diğer tüm fikir ve
düşüncelere kulaklarını tıkayarak yaşar, kararlarını kendi bildiği doğrultuda alır
ve davranır...Hele ki biraz zeki ise de bunu başarılı dil manevralarıyla çok
iyi becerir. Egoisttir. Kibirlidir. İddiacıdır. İnatçıdır. Eleştirilmeyi asla
kabullenmez ama –mış gibi yaparak olgun kişi imajını korumak ister. Kontrol delisidir
ve herkesin üzerinde hegemonya kurmaya meyillidir, ki bu doğal olarak bilinçaltındaki
özgüvensizliğinden kaynaklanır; kontrol onda olmazsa güvende hissetmez,
paranoyakça korkuları vardır çünkü. Bildiklerini, diğeri onun önüne geçer
korkusuyla; hissetiklerini ise kendisine karşı kullanılabilir ve bu ona zayıf
hissettirebilir, ya da zaafları anlaşılabilir; ele geçirilebilir korkusuyla
paylaşmaz.
Ve böylece sürekli “strateji
ve oyunlarla” kurgulayarak kendi özbenliklerini bile unuttukları hayatları,
doğru olduğuna inandıkları ve asla kabullenmedikleri hataları, mükemmel
mutsuzlukları ve farkında bile olmadan etraflarındaki herkesi aşağıya çektikleri
gerçeğiyle geçer durur…
lakırtı kavafı-yirmidörtkasımikibinonikiistanbul…kırıkdört.