22 Kasım 2013 Cuma

Halkın ADALET ve SAYGIyla İMTİHANI!!!


    Hayatımda en çok önemsediğim, bireysel ya da toplumsal her sorunun –ki toplumların en küçük birimi insan-bireydir zaten-, bana göre sebebi, sonucu, özü, çözümü; çözümsüzlüğü, herşeyi ama herşeyi, herşeyin başı SAYGI’dır…
    Az evvel daha az evvel başımdan geçen, zaten aslında öncesinde de birçok kereler benzerlerini yaşadığım ve birazdan anlatacağım olay, bizim toplum olarak en büyük eksiğimizin, yanlışımızın ne olduğunu zihnimde BİR KEZ DAHA teyit etmiş oldu! Bu anahtar kelime; bu derin ve ama son derece basit; ya da daha doğrusu SADE “KAVRAM”; SAYGI’dır!
    Birbirine saygı duymayı; bir arada ve huzur içinde, birbirine zarar ve/veya rahatsızlık vermeden yaşamanın temel kuralı olan saygı, anlayış ve toleransı bilmeyen, tanımayan insanlar, nasıl bir “MİLLET” ya da “DEMOKRASİ” içinde yaşayan bir “HALK” olabilirler ki? Ve de hepsinden de önemlisi HUKUK ve ADALET’in üstünlüğünü tanıyan ve öncelikle bunun mücadelesini veren insanlar olabilirler ki? Zira “herkesin demokrasisinin kendine” olageldiği bu düzende (!!!), birbirimize karşı adil-saygılı-anlayışlı olabilmek de, devletin yurttaşlarına karşı adil ve hakça-eşit olması da esas önemli konudur!

    Dolmuşa bindik. Akşam vakti. Trafik yoğun, araç dolu, insanlar yorgun ve sessizdi; tıpkı benim de olduğum gibi. Öylece durduğumuz aracın içinde bindiğimiz andan itibaren ve de yarım saat geçmesine rağmen hiç ara vermeksizin ve yüksek sesle bir telefon görüşmesi yapıyor ön koltuktaki kişi. Yola ilk çıktığımızda 1-2 dakikaya biter nasılsa diye düşünerek, rahatsız olmama karşın susmuş ve beklemiştim. Ancak bu konuşma 30 dakikadan bile uzun sürünce artık tahammül sınırlarım zorlandı ve kendimi durduramayarak, omzuna dokundum ve “rica etsem görüşmenizi inince devam ettirir misiniz, zira burası bir toplu taşıma aracı ve biz sizi dinlemek zorunda değiliz, en azından ben rahatsız oldum. Lütfen.”, dedim. Kapattı ve ama sinirli bir bakışla arkasına döndü. “Teşekkür ederim”, dedim. Sesini yükselterek “Bir daha omzuma dokunma, tamam mı!?” dedi. İçimden Allah Allah çattık akşam akşam diye düşünerek, “Peki beyefendi, bir daha karşılaşırsak dokunmam, ama başka türlü nasıl size sözümü söyleyebilirdim ki?”, dedim. Tekrar ve daha da yüksek sesle “Omzuma bir daha dokunma tamam mı?”, dedi. Ya sabır deyip, “Peki, olur.”, dedim ve sustum. Ve 1 saniye bile geçmeden solundaki arkadaşı bana dönüp, kabadayı bir ses tonuyla; “Hanfendi, bu konuşmada sizi ne rahatsız etti ki, susmasını istediniz arkadaşımın?”, dedi. Ben de “Ne konuştuğunu dinlemedim ki! Üstelik ben konuştuğu konudan rahatsız olmadım ki, yüksek sesle konuşmasından rahatsız oldum. Ayrıca size ne? Avukatı mısınız kendisinin?” diye sordum. Cevap: “O benim arkadaşım, savunacağım tabii!”. “İyi de saldırı mı var ki, savunmaya geçiyorsunuz. Ben sadece rahatsızlığımı söyledim gayet kibar bir şekilde” dedim. Bu sefer olayın esas kahramanı araya girdi yeniden! “Beğenmiyorsan, git taksiye bin!”. “Rahatsızlığı veren sizsiniz ve ben taksiye bineyim öyle mi? Siz bence terbiye ve saygıyı biraz öğrenin ve siz telefonunuzu binmeden önce ya da inince yapın” dedim. Ve durağımın bile çok ötesindeydim, inmek durumunda kaldım!

“Beğenmiyorsan taksiye bin” cümlesi, gayet iyi bildiğimiz ; “Ya sev ya terk et!” mantığının bir yansımasıdır! Orada bir durun derim o zaman!

    Birincisi, önce bu sokaklar, bu ülkedeki tüm yaşam alanları, her yer ve bu vatan hepimizindir; hepimiz bu toprakların evlatlarıyız ve hepimize; tümümüze birden de millet deniyorsa, kim kimi, NE HAKLA, NE CÜRETLE, nereden kovuyor; kovabiliyor ki? Bu hakkı ve cüreti kimden alıyor?
    İkincisi, bize şu anda yapıldığı üzere, tüm toplu taşım araçlarında, sokak panolarında, duraklarda, yazılı-basılı yayınlarda, tv kanallarında, binalarında üzerinde ve aracılığıyla bize dayatılan TEKELci; TEKTİPÇİ zihniyet, sürekli İŞİTMEYE ve GÖRMEYE mecbur ve maruz bırakıldığımız propagandalar gibi, ben kimseyi –görüşü, düşüncesi, fikri, zikri her ne olursa olsun- işitmeye ve dinlemeye mecbur değilim; keza kimse de benimkileri! Ben bu yüzden bir toplu taşım aracında telefonum çalarsa hemen inince arayacağımı söylerim ancak çok ama çok önemli olduğu söylendiği takdirde de en kısık sesimle yanıtlarım, kimseyi rahatsız etmemek adına.
    Ki, zaten bu akşam yaşadığım olayda da konuşulan tek bir sözcüğe dahi kulak kabartmamıştım ben! Beni ilgilendiren işin saygısal boyutuydu esas. Dolayısıyla savunmaya geçilecek bir durum yoktu aslında.
İşte bu benim İNSAN HAKKIMdır; DEMOKRATİK hakkımdır; bir yurttaş olarak; neyi, kimi, nerede ve ne zaman istersem dinlemeyi ya da dinlememeyi; seçmeyi ya da seçmemeyi tercih etme özgürlüğü! Bir şekilde “maruz bırakılmak” değil!
  
    Bu toplumsal-günlük hayatta, bağıra bağıra sokaklarda ya da araçlarda konuşarak rahatsızlık verenler için de, vapur gibi, kapalı alanlar gibi sigara içmenin yasak olduğu yerlerde “banane beeee yasaktan” diyerek, işin sadece bir “yasak olayı” değil, bir “medeni” ve “saygı” boyutu olduğunu; etrafta bir hastalığı-rahatsızlığı olan birini; çocukları, hamileleri rahatsız edebilecekleri boyutunu bile kavrayamayanlar için de, trafikte istediği yerde durup, istediği kuralı ihlal eden, herşeyi kendine hak gören herkes için de geçerli olan söz konusu bir durum…Hak diğerlerinin haklarını ihlal ederek sahip olunacak bir şey değildir; olamaz da! Ne büyük bir YANILGI! Sizin hakkınız, ötekilere haksızlıksa, bu insani de, adil de, hukuki de değildir.
Daha birbirlerine rahatsızlık vermemeyi düşün(e)meyen, farklı siyasi görüşlere veya görüşlere, düşüncelere sahip olup, uygar insanlar gibi karşılıklı ve saygıyla, sessizce ve makul bir şekilde birbirlerini dinleyip, yanıt vermeyi, fikir beyan etmeyi, konuları “kavga, çatışma, savaşma, saldırı” değil, “medeni şekilde tartışarak” çözmeyi dahi beceremeyen ve hatta denemeyen insanların adaletle; demokrasiyle imtihanları da onları hep sınıfta bırakır; bırakacaktır maalesef.
    Tarih de defaatle bunu göstermiştir. Zira yakın zamanlarda da sıkça adalet ve demokrasi sınavları verdik hep berabercene; ve vermekteyiz…

    Ancak, demokrasiden bahsedene kadar, önce saygı kavramı üzerine düşünmeliyiz bence.
Çünkü demokrasi ezen ve ezilenlerin; azınlık-çoğunlukların; seçilen ve seçilemeyenlerin; vs vs’lerin güçler dengelerince belirlenen bir şeydir; oysa ki saygı ve adalet; adil olabilmek, olaylara hakça bakabilmek, kendisi ve karşısındakiler her ne yanda-yönde-fikirde-düşüncede olursa olsun akıl ve vicdanıyla sorgulayıp, karar verip, davranabilen, insanî bakabilmeyi-olabilmeyi başarabilmiş İNSANların bir maharetidir.

    Adil bir dünya demokratik bir dünyadan daha önemli ve güçtür. Bir şekilde sözde de olsa demokrasi varmış gibi görünebilir ya da sağlanmış gibi yapılabilir, ama adalet olmadıktan sonra bu ne işe yarar ki; yine sadece bir grup insan bundan memnun olur ve demokrasi sadece “ötekinin” başını kesecek bir kılıç olur.

    Unutmamak gerekir ki, doğru soruları sorabilmek, doğru cevapları vermeye çalışmaktan daha önemlidir. Ve cesaretle, adilane davranabilmek, bir zihniyetin özünü sorgulayabilmek de büyük bir olgunluk ve farkındalık gerektirir.

gökçe ünar