6 Nisan 2017 Perşembe

Akustik Gölge Oyunları...


                                                                                                                                             
                                                                                                                            Fotoğraf temsilidir!!!
            Aslında tabii şanslı (!!!) ve pek aşırı fazla kısmetli bir insan olduğum malumunuzdur! Beni tanıyan herkesçe bilinir…Gerçekten bilinir! Bir mıknatıs gibi adeta, ilginç (!!!) herkesi ve her şeyi kendime çekiveririm! Tıpkı dün gece olduğu gibi…
Yaklaşık bi üç beş yüz yıldan sonra ilk defa bir yere gidip, insan içine karışmaya, bir sosyal insan; kentli aktivitesi yapmaya karar verdim. Karar verdim derken, öyle kolayca olmadı tabii bu kararı vermek, baya tüm gün bildiğiniz gitmek ve gitmemek arasında gittim geldim. Ama neticede artık eninde sonunda bir kentli ve bir sosyal hayvan türü olduğumu ve bu sosyalleşmenin bana iyi gelip, normalleştireceğini kendime telkin ederek gittim. (Kalabalıklar ve insanlar beni korkutuyor da!)
            Uzun zamandır benim gibi motorcu olan ve ortak tanıdığımız birçok kişi tarafından “kesin tanışmam gerektiği” söylenip duran, fakat benim motorcu sosyal aktivitelerine de katılmıyor olmam sebebiyle bugüne kadar maalesef gerçekleşmemiş olan tanışmamız, dün akşamki “iş sanat akustik” konserinde vuku bulmuş oldu! Tabii bu tarz müzik yapan birinin “iş sanat” salon ve sahnesinde nasıl, ne menem bir sahne yapacağını da ayrıca merak etmiyor değildim!
          Hayko Cepkin’i hayatımda ne canlı, ne de bir mecradan dinlememiştim hiç. Sert müzikler yaptığını bildiğimden, daha doğrusu duyduğumdan ve ben de sert müziklerden pek haz duymadığımdan böyle bir tanışma yaşanmadı aramızda daha evvel! 
Ha, ANNNNCCCCAAAKKKKK, sosyal konularda, özellikle çocuk ve hayvan hakları/ yoksunlukları konularında duyarlı olduğunu da çokça duymuştum! O ayrı.
         Neyse, önce konserdeki kişisel deneyimimden ve düşüncelerimden sonra da naçizane 1-2 gözlemimden bahsedeyim isterim. 

Dediğim gibi pek bir kısmetli bir insan olaraktan ben “hafta içi boş olur aaaamaannnn, kapıdan alırsın bilet” diyenleri dinleyerek girişte ancak kalanlardan bir bilet alabildim ve tabii ilk golü yemiş oldum! Ayrıca meğer açık “tribüne” düşmüşüm de haberim yokmuş! Soluma oturan heyecanlı fanatik, telefonunun duvar kağıdından bilmemnesine kadar her şeyi Hayko donatılmış kızceğiz sayesinde tüm konser benim için Haykodan daha çok onun konserine dönüştü diyebilirim!
Olayın ne derece çığrından çıkacağını Hayko daha ya ilk ya ikinci olarak söylediği şarkı nakaratında “ben insan mıyım?” diye sorduğu anda “Hoooaaaayyııoooorrrrrr! Deoooğğooiiiilllssssıooooonnn!” diye böbreklerinden fışkırırcasına bağırmasından anlamalıydım! Sonra neredeyse tüm şarkıları kulak mememin 4 santim, -kısa süre sonra zaten uyuşmuş olacak olan- sol beyin lobumun da 5 santim uzağında, yanaklarıma yağmurlar yağdırarak, üzerinden çıkarmadığı kalın parkası altında zıplayıp bağırırken hunharca coşan adrenalinlerince tetiklenen, tetiklendikçe burnumu da beynim gibi felce uğratan vücutsal bakterileriyle, şarkıları yarı oturur yarı ayakta vaziyette ve hani şu “zalimin zulmü varsa sevenin aaollllaaahııoooııooo vaaaarrr!!!” nakaratını her söylediğinde coşarak ve kollarını uzatarak kalın sesle bağıran bir dinleyici-katılımcı halleri vardır ya, işte aynen ve hep öyle söyleyerek, beni “burutalca” hayattan bezdirdiği bir hayli vakit geçirdikten sonra, ona “bizim de Hayko’yu azıcık, ama azıcık dinlememiz için müsaade etmesi için” ricada bulunmamın ve dünyaya geri çağırmamın imkansız ve de haksızlık olacağına karar vererek, kendimi ondan uzaklaştırmaya karar verdim, koridorda yere oturmayı göze alarak! (Dünya varmış yav!) 
Sonrasında rahatça ve sesleri güzel güzel, olması gerektiğince işitebilerek ve hissedebilerek izledim ve dinledim performansın kalan kısmını.
     
          Birkaç şarkı ve aralarında sabırla ve nezaketle cevapladığı bir sürü soru karşısındaki tavır ve duruşu çok etkiledi beni doğrusu! “Doğru” bir insan olduğu düşüncesi iyice pekişti zihnimde. Bilgi ve tevazu sahibi olması ve “deli postuna bürünmüş bir kuzu” olduğunu hissetmem ve kendimle biraz (!!!) da benzeşim kurmam da ayrı bir yanı. Bir yandan içinde koşan atları dizginlemeye çalışan bir enerji bombası, diğer yandan içinin sakin, dingin ve odasına kapanmış ruhuyla bunu zaten doğal olarak yapagelen bir olgun deli adamdı gördüğüm! Bir seyircinin “bizi bir hüzünlendiriyorsun, bir kahkahalara boğuyorsun, bir karar ver”, diye eleştiri yönelttiği Hayko, işte bence tam da bu insan…Tüm kalbi ve ruhuyla “insan”a inanmak, güvenmek isteyen, “sevgi şefkat, huzur olsun yeter şu hayatta, rahat rahat insan gibi müziğimizi yapalım yahu” diyecek, ancak dünya ve kanla yazılan bu rezil mütekerrür tarih gibi ve onun yaşayan bir parçası olarak kahrolan ve kahroldukça kapanan… 
(Sorulardan birinde de on bin milyonlarca film arasından Eternal Sunshine of the Spotless Mind ve Perfect Sense filmlerini bir çırpıda saymasıyla yaşadığım tesadüfe de şaşırmadım değil!)
          Konser salonunda her yaş ve sosyo ekonomik katmandan insana rastlamak mümkündü. Bu beni oldukça şaşırttı diyebilirim; bu denli sert müzik yapmasına ve “marjinal-orijinal” olmasına karşın özellikle çok sayıda çoluk çocuklu aile, yaşlı/olgun dinleyiciler, muhafazakar görünümlüler (böyle nitelemeyi doğru buluyorum çünkü kimsenin göründüğü gibi olmadığı ispatlı!), hippiler; yuppiler…herkes…
Peki tüm bu farklı insanları bir araya getirebilen ne? (Ey Sanat sen nelere kadirsin!) mi? (Keşke çocuklar kadar; çocuklar gibi önyargısız, saf ve samimi olabilseydik, onlar gibi “eğitilip-öğretilene dek tabii!!!” “ötekileştirmeyen, dışlamayan, yaftalamayan…!” Acaba o zaman mı bir arada ve insanca yaşayabilirdik?Eminim toplumsal ve hatta küresel boyutta birçok sorunu ve kötülüğü de çözebilirdik o vakit!) 
Ve evet, tabiat anamızın verdiği her şey kabulümüzdür…Ama insan eliyle getirilmeye çalışılan “son”lar değil düşüncesiyle de hemfikir olmamak mümkün değil!

           Glokal olmak konusundaki düşüncelerini de ayrıca beğendim, zira bence de özgünlük ve “world” müzik olabilmek bu olmalı derim! Sanırım yıllar önce Anadolu rock yapanların da amaçladığı buydu. 
Seslendirdiği kendine ait şarkılara, bir Hayko Cepkin kültürüm olmadığından maalesef eşlik edemedim, ancak Selda Bağcan şarkısında da (yuh yuh’ta elini görmedik sanma! ), Moğollar’da da yorumuna bayıldım…Ve Cem Karaca ile de altın vuruşu yaparak beni benden aldı diyebilirim! Edip Akbayram’ın Aldırma Gönül’ünde de gözlerimin dolup dolup taşması da cabası… 
          Benim için –bir kısmı malum sebeplerden zor geçmiş olsa da- çok güzel bir müzik ziyafeti oldu. Ekibindeki basçı Poyraz Kılıç, baterist Murat Cem Ergül, elektro gitarist Özgür Özkan ve akustik çalışmalarında yollarının kesiştiğini belirttiği kabak kemaneci Cafer Nazlıbaş ve neyzen Burak Malçok’un performansları da –gitarist Özgür’ün haliyle biraz sıkılıyor olduğu gözlense de- çok başarılı (aslında müzisyen değilim ve başarıyı değerlendirecek yetkinlikte de olmadığıma göre haddimi bilip geri alıyorum ve bence “güzel” diyorum!), uyumlu ve özgündü!  

          Konser çıkışı akşamım, “Kocaeli dönüşü Şebo arkasından kurtulan motorlu Hayko efektiyle” ve aylar aylar sonra Boğaz köprüsünden ilk defa (!!!) geçmenin heyecan ve tuhaflığıyla “vvviiiisssssssuuutttt, çıpt” diye eve varmakla taçlandı…
Konserde fotoğraf ve video çekmek, kayıt almak konusunda uyarı yapıldığı ve ben -kesinlikle şarjım bittiği için değil efeniiim- duyarlı (!!!) ve iyi bir yurttaş olduğumdan, uyarıya kulak astım ve sahne fotoğrafı almadım hiç! Mükemmel ama mükemmel sahne ışıklarına ve gölgelere direnerek hem de! Işıkları dizayn edenlerin de ayrıca ellerine sağlık demeliyim!!! Ancak eve gelince anladım ki, 500 kişilik salonda ben hariç salondaki muhtemel 499 kişi tüm konseri kayt-u rapt altına zaten almıştı bile! Ama ben yine de tabii ki temsili fotoğrafı kullanıciim! (Üstün sanatsal yeteneklerimi konuşturmuşum o kadar, kullanmamayım mı?)

Yüz yüze tanışıp konuşamamış olsak da, sanırım motorcu arkadaşlar haklıymış, tanıştığımıza memnun oldum Hayko!

Çok severseniz ve çok sahiplenecek sevgileriniz olursa, o kadar çok da kaybedecek şeyiniz olur!  

Lakırtı kavafı g.