21 Kasım 2020 Cumartesi

"Bir Başkadır" dizisi ve başlattığı tartışma ortamı üzerine bir yorum...

Herkese merhaba, 

     Zaman ne kadar da çabuk geçiyor...En son yazımı 3 sene evvel paylaştığımı görünce ben bile hayrete düştüm...Ve bugün bloguma uzunca, epey uzunca, bir aradan sonra, bir yazımı eklemeye karar verdim. Günlerdir artarak çoğalan "Bir Başkadır" dizisine ilişkin yorum yazılarına bir yorum da benden olacak bu yazı...Bunu, aklımda bu düşünceler dönüp dururken, Youtube'da Emre Demir'in kanalında Besim Dellaloğlu hocayla yaptığı ve diziyi sosyolojik olarak okumaya/düşünmeye yönelik videosunu izledikten sonra karar verdim diyebilirim. 
(Linki şöyle: https://www.youtube.com/watch?v=aFKwlZ9Z0ic&t=1s)

     Öncelikle bu dizinin bizim memleketimizde yapılmasının, Besim hocanın da vurguladığı üzere, tam bir uçurumlar ve çeşitlilikler ülkesi (diğer sevdiğimiz deyişimizle "kültürler mozaiği!!!) oluşumuzdan kaynaklandığı, bir tesadüf değil, su götürmez bir gerçek. Ben de bu dizinin -daha çok böyle algılandığı dindar/laik eksenininden ziyade; -sosyo-kültürel ve ekonomik açıdan okunması gerektiğini düşünüyorum. (Aslında herşeyde olduğu gibi fikrimce). Kısmen Y sonu, ama çoğu Z kuşağı olan öğrencilerimden ve çevremdeki sanatla ilgili kişilerin neredeyse tamamından pozitif değerlendirme ve takdirler duydum diziye ilişkin. Yaşıtlarım ve büyüklerim olan kişilerin olumlu yaklaşımları ise, sanırım Besim hocanın yine örneklendirdiği “zamanımızda Nazım ile Necip Fazıl’ın yan yana duramayacağı gibi” keskin ayrımlar döneminden gelse bile buna içten içe karşı duran, uzlaşmaya ve birbirini anlamaya daha yatkın, demokrat kişiler olduklarından olabilir. 

     Şunu belirtmeliyim ki, yukarıda bahsettiğim videoyu izlerken Emre Demir'in, "Türkiye'yi klinik bir vaka olarak incelemek" sözü beni çok şaşırttı, çünkü daha dün akşam, muhtemelen bu program canlı çekilirken, ben de arkadaşlarımla yaptığım sohbette aynen bu saptamayı benzer sözcüklerle ifade etmiştim! (Bir başkadır, kırmızı oda, ve son zamanlardaki tüm benzerleri üzerinden!). 
     Birçok yorumlayanın ve Besim hocanın dizinin biçimine yönelik “bilinçli ve tercihli” olarak "eski Yeşilçam filmlerine benzetildiği" yorumuna da katılıyorum; çekimler, açıları, ışıkları, çekim tonları, ve hatta müzikleri bile bunu fazlasıyla destekler nitelikte. Sanıyorum ki bu da yazar/yönetmenin, bir "zamanlarüstü olma" gayretinin sonucu. (Dizinin kimilerince 80'le, 90'lar gibi, diye nitelendirilmesi de bundan olabilir.) 
Dizide, nazar boncuğunun sıkça kullanılması, toplumun her ne kesiminden gelmiş olursa olsun sanki ortak bir değeri, imgesiymiş gibi vurgulanması ise benim çok dikkatimi çekmişti. 
     Ben şahsen neredeyse tüm karakterlerin kimi yönleriyle “aşırı” ve “köşeli” imgelerle/ biçimde, hatta gerçekliğini ve inandırıcılığını bile perdeleyecek derecede göze sokarcasına (türbanlı lezbiyen gibi, jungcu imam gibi...) "süslendiğini" düşünüyorum, ama sanıyorum ki bu da karakterlerini ötekileştirmeye/kutuplaşmaya karşı uzlaştırıcı-ortaklaştırıcı birer unsur olarak vurgulamaya çalışan yazar/yönetmenin bilinçli bir çabası yine. (Tabii bu sefer de bu aşırı imgeler klişelik ve hatta yorumlamaya uzanabiliyor, ki bütün sağ-dindar-kapalı-taşralı kesim erkekleri ve kadınları hep bir şekilde bir cendereye boyun eğmişler ve mağdurlar, ama bunu yanın sıra da tüm seküler-eğitimli-para-başarı yahut kariyer sahibi, modern diye tanımlayabileceğimiz kentli kadın ve erkekler de hep yalnız, mutsuz ve bir tutunacak bir dal arayışı içinde (zira “ötekinin" tutunacak bir inancı var ne de olsa! Bunun yerine yoga mı koysak, şaman ritüelleri mi koysak gibi...) fakat nedense bir çıkmazdalarmışcasına algısına/yargısına bizi yönlendiriyor sanki. Ama işte bizi de, neredeyse tüm ülkeyi de gündem oluşturacak denli üzerinde konuşturmasının ve dikkat çekmesinin sebebi de belki bu; herkes dizide biraz (ya da bariz bir şekilde!!!) kendini görse de, herkes bir "ama" parantezi açıp, ama biz öyle değiliz, bu öyle değil, şu şöyle değil şeklinde itirazlar yükseltebildi. 
      Sonuç olarak, bir sanat eserini bence elbette herkes eleştirebilir, hatta eleştirmelidir; ki hem eleştiri demek yermek/dövmek/sövmek değildir ve hem de bence (bir eğitimci olarak) ülkemizin en büyük eğitimsel eksikliğidir “eleştirel yaklaşım” ve “analitik düşünceden” yoksun bir sistemle eğitilmemiz. Fakat eleştirinin de “iyi” ya da “kötü” değil, dokunduğu ve dokunmayı başaramadığı noktalar üzerinden tartışılması belki daha yerinde olacaktır. Dolayısıyla kişisel fikrimce bu dizi, dokunmayı başardığı unsurlar açısından ve başlattığı tartışma ortamı açısından başarılıdır. Estetik/görsellik ve oyunculuklar açısından da beğendim diyebilirim ben. Ancak karakterler açısından da eksik ve içi boş kalmış çok yanlış ve tesbitin olduğunu düşündüğümü de belirtmeden geçemem. Ama bu, öyle ya da böyle bir kurgu, ve yazarının yorumu bu yönde. Haliyle elbette saygı duyuyorum.