7 Haziran 2008 Cumartesi

Yoldan ÇıkMA, Yola ÇıkMA Sebepleri 1- BMW


Herşey ve evet herşey tam 11 yıl önce hayatımda ilk defa bir Yamaha XT 660’ın arkasında, nereden nereye olduğu hiç ama hiç önemli olmayan ama nasıl geçtiğini; nasıl başlayıp nasıl bittiğini hala anlayamadığım ve de unutamadığım 400 kilometrelik artçı motor yolculuğumda zehirlenmemle başladı...Yok hayır, bu zehirlenme gıda ya da gaz zehirlenmesi değil, bilakis beni yüzümden göğsüme; saçlarımın ucundan ayak uçlarıma kadar sarıp sarmalayan o ılık rüzgâra bağımlı olduğum o gece yolculuğunda “motor”a zehirlenmişcesine bağlanmam zehirlenmesiydi bu...Yalnızca bu...Aslında inanılmaz yorucu ve rahatsız olan bu uzun ve meşakatli yolculuk, benim belleğime hayatımın en kısa, en müthiş ve en bitmesini istemediğim coşkulu anlar olarak kazınmıştı bir kere. Çok zaman geçmeden anlamıştım ki motora binmediğim, binemediğim her an benim için eksik ve boşa harcanan anlardı; ki bu daha sonraları “süremediğimde” eksik hissettiğim duygusuna dönüşecekti...Bilemezdim...
Yıllar yıllar boyunca hayal ettiğim motorlardan birine sahip olabilmek için bir yandan sabretmem, bir yandan da bunun finansal yanlarıyla uğraşmam gerekti. Ve sonunda yıllar önce kısa süreliğine sahip olabildiğim bir Yamaha XT’den sonra ilk kez sorunsuz ve sonsuzca bana ait bir Harley’im olmuştu. Default haliyle aslında pek de bir çekiciliği olmayan, fakat customize edilerek yani kişiselleştirip dilediğince süslenip püslendikçe hayal edilene dönüşen bir Sporster 883’üm vardı artık. Her ne kadar ruhumdaki “off-the-beaten-track; yoldan çıkma” meylimin karşı konulmaz etkisinden sıyrılamasam da, yoğun ısrar ve duygusal etkileşimler sonucunda bir chopper annesi olmuştum. İstanbul’daki tek, kırmızı alevlerle kaplı beyaz ve 180 drag tekerli Harleyimle “harıl hurul”; “gümbür gümbür” ve istemediğim denli dikkat çekerek yol alırken, bir yandan da İstanbul’un, daha doğrusu Türkiye’nin, Harley gibi alçak bir motor için hiç de uygun olmayan çukur ve hız kesici yüksekliklerle kaplı yollarından, 3 şeritten hali hazırda 7 şeride çıkmış akşamüstü iş çıkışı trafiğinde kaçacak 20 cm. genişliğinde bir boşluk bile bulamayıp sımsıcacık motorumla kaynaşmama (!!!) kadar, sürekli teknik problemler yaşayıp ya bir türlü ulaşamadığım, ya da ulaştığımda geriye bir tek canımı bırakan teknik servis olanak(sız)lıklarının toplamıyla mı dersiniz, işte hepsinin ama hepsinin eziyetiyle ızdıraplı mücadeleler vermek zorunda kalıyordum her gün!
Ve tüm bu yaşadıklarımın kısa bir süre sonrasında hayatımdaki ilk uzun Harley yoluna gidip de “teknik sorumsuzluklar” nedeniyle az daha canımdan oluyor olduğum yolculuğumun ardından, Harley makinasına iyice soğuyarak ve de kulaklarımı etrafımdaki tüm Harleyseverlere tıkayarak ruhumun özüne, yani enduro’ya kesin dönüş yapmaya karar verdim.
Bu kararı verdikten sonra iş kendime güvenli ve beni “yarı yolda bırakmayacak”, hem teknik özelliklerine hem de teknik servis kalitesine güveneceğim bir motor seçmeye gelmişti.
Birinci el yerine ikinci el ve az kullanılmış, temiz bir motoru daha hesaplı ve sonuçta bakımlı ve kazasız olması şartıyla almanın benim için süreçte daha doğru bir tercih olacağına karar vererek aramaya ve birçok motoru kıyaslamaya başladım. Aramalarımı da internette geniş bir kullanıcı portalına sahip olan “sahibinden.com” sitesinden yaptım. Böylece hem aradığım ve baktığım motorların teknik bilgilerini ve fotoğraflarını görebiliyor, hem de istediğim anda hızlıca satıcıya ulaşarak kısa sürede ilgilendiğim motoru gerçek anlamda görme ve inceleme şansına sahip oluyordum.
Sık seyahat ettiğim için uzun yollarda sorun yaşamayacağım, yaz-kış sürdüğüm için her mevsim koşullarında güvenli sürüş yapabileceğim, manevra kabiliyetiyle sıkış sıkış İstanbul trafiğinde azıcık da olsa aralardan kaçabilme şansı sunabilecek, ama aynı zamanda keyfim kentin gürültüsünden uzaklaşmak istediğinde beni sorunsuzca dağlara tepelere taşıyacak ve de olur da ufak da olsa bir sorun yaşarsam da bana bir telefon uzaklığında olan teknik servisimin verdiği huzurla kentten kaçabileceğim bir motor olmalıydı bu! Biliyorum evet, çok şey istiyor olabilirdim...(Haaaa, unutmadan ayrıca eklemeliyim ki, ne de olsa serde hem “kadınlık”, hem de “inatçılık” vardı ki, tutturdum motorum bir de “kırmızı” olmalı diye!!! :)) Ama hayır, bırakın motora binmeyi ya da uzun yol yapmayı, motorun üzerine oturmanın bile büyük risk olduğu bir ülkede hem bir motor sürücüsü hem de çok daha beter risk taşıyan “kadın” motorcu olma vasfını da bünyemde taşıyınca, bu istemler çok da fazla değildi...Sadece Kopenhag kriterleriyle yarışacak kadardı, fazla değil!
Düşünüp taşınıp, bana bunu sağlayacak motorun, bana verdiği güven ile BMW olduğuna karar verip, model olarak da F 650 GS’i seçerek ne kadar da doğru bir karar verdiğimi kullandıkça daha da iyi anlıyorum...
Touring, touring enduro, road bir şey ya da bunun türevi bir motor olmayışıyla kentin dışındaki ya da büyük ve düzgün yolların dışındaki küçük yollarda, hızlı devir alması ve ataklığıyla, yokuş, iniş-çıkış, virajlar ve engebelerde sağladığı rahatlıkla, 1150 ya da 1200 gibi güçlü olup –tabii ki biraz daha az güçlü-, ama yine de onlar gibi hantal ve çok büyük olmayışıyla kentiçi kullanımı da mümkün kılmasıyla, ve bana göre tek silindir olmasına karşın titreşimin yine de diğer muadil tek silindilere kıyasla gayet düşük olması nedeniyle, veya yakıt tasarrufunda çok başarılı oluşuyla (İstanbul-Ankara 495 km = 38 YTL yakıt masrafı örneğin!!!) tercihimin doğruluğunu bana yeniden ve yeniden gösterdi.
Motorumu birkaç gün ya da daha uzun süreliğine, 1 ay gibi örneğin, kullanamadığım zamanlarda, tekrar motorumun üzerine oturduğumda, aküm boşaldı mı, motorum çalışacak mı, yok jikle aç, yok ısıt, bekle, sigortasına bak, yağ mı yaktı, onu kontrol et, bunu kontrol et gibi teknik etmenlerin sürekli zihnimi kurcalamıyor olması, elbette ki bir sürücü için ayrıca çok olumlu. Yani gereksiz yere can sıkıcı ya da tedirgin edici detaylara kafa yormak zorunda kalmıyorsunuz. Dikkatiniz dağılmıyor ya da aklınız teknik sorun olasılıklarına takılı kalmıyor. Tüm bunların dışında, sürüşte de motorun yolu kavrayışı, yol tutuşunun sağlam olması, virajlarda savrulmanın gayet az olması, yorucu ve zor bir titreşiminin olmaması, ABSli frenlerin yağışlı hava koşullarında dahi çok kontrollü ve dengeli durmayı sağlaması birçok artısı BMW F 650 GS’in...
Benim fikrimce ufak tefek olumsuz yanlarından biri aynalardaki görüş mesafesinin ve titreşimden ötürü görüşün çok kısıtlı kalması. Hızınız 100 km.’yi geçtiği anda aynalardan fayda görmekten ümidinizi biraz kesmeniz gerekebiliyor ne yazık ki...Başınızı dengenizi kaybetmeyecek şekilde döndürerek yol konrtolü yapmanızda yarar var bence. Yine belki küçük bir detay olabilir ama, gösterge ışıklarının sıklıkla arızalanması, özellikle de boş vitese zor geçmesi ve de boş vites gösterge ışığının da sıkça bozulmasıyla, geçip geçmediğini anlamak oldukça güç hale geliyor ki, bazen uğraşmaktan pes edip tüm kırmızı ışık boyunca viteste el kası yaparak beklemeyi bile tercih eder hale geliyorsunuz. Bunun dışında bir de tabii tüm motorcuların başına gelmesi mutlak küçük ve görünmez, ufak tefek hasarlı, masraflı şehiriçi trafik kazalarımız var. Ve tabii ki bu “ufak tefek” hasarları yaptığınız motor BMW olunca, masraf da pek öyle “ufak tefek” olamıyor. Bir tanecik ayna ya da elcik koruma ya da ayaklık kırılması, çizilmesi, ya da yamulması, eğrilmesi, ya da vesaire, sizin de BMW servisinden birazcık “yamularak” çıkmanıza sebep olabiliyor ne yalan söyleyeyim!
Ama neyse, lafı uzatmayayım...Gerek teknik, gerek sürüş, gerekse fiziksel rahatlığı sebepleriyle, en azından motoruma bindiğimde duyduğum güven ve huzur bile BMW’yi seçmek için bana göre bir sebep.
Yalnızca unutmamak gereken tek şey, bindiğimiz motorun güvenliliği kadar, biz sürücülerin de her an dikkatli ve tetikte olmamız gerekiyor. Kaza ve kötü şoförler geliyorum demiyor ve motor bir anlık dalgınlığı bile affetmeyecek kadar ciddi bir araç, bunun bir çok örneğine de şahit olduk ne yazık ki. Tüm motor sürücülerine her daim dikkat ve kazasız belasız sürüşler ve ülkemiz trafiğinde (üstümüze çıkmaya çalışan kamyonculara karşı, sinyal nedir bilmeyenlere karşı, son çıkışı kaçırıp geri geri gelerek geri girmeye çalışanlara karşı, sağlayanlara karşı, ezilmekten son anda kurtulduğumuz şoförün camı açıp sırıtarak “pardon görmedim yaa” demelerine karşı, sol şeritte 20 cm. arkamızdan 140 km. hızla dibimize yapışıp kornaya basan tırlara karşı, karşı, karşı, karşıııııııı...) sabır, sabır ve sabır diliyorum... :)

...Gökçe Ünar