10 Temmuz 2008 Perşembe

Rufus Wainwright'ın ardından...



“Tanrıya şükür homoseksüelim, yoksa bu kızlar beni yer bitirirdi!!!”

Sahnedeki genç uzun boylu yakışıklı müzisyen böyle bağırıyordu...Gayet rahat, sevimli ve şımarık ama rahatsız etmeyen bir tavrı vardı, zaten kendisi de açıkça ifade etti; “bugün bir hayli şımarığım, lütfen beni mazur görün, n’apayım beni İstanbul böyle yaptı! O kadar coştum, o kadar neşeliyim ki, şımarıklığım ondan!”
Ve biz de, izleyici-dinleyici kitle olarak mazaretini geçerli bulduğumuzu belirtmek için hep berabercene alkışladık onu!
“Keşke Türkçe bilseydim, Fransızca gibi, çok müzikal bir dil”, diyerek de seyirciyle iyice sağlamlaştırdı bağlarını...(Ki ben de Türkçe, Yunanca ve Fransızca’nın dünyanın en müzikal ve melodik üç dili olduğunu düşündüğümden sonuna kadar kendisine katıldım ve içimden de “vahhh vaaahh, çocuğun ana dili İngilizce ama olsun, neyse, n’aaapsın yine de yapabileceğinin en iyisini yapıyor çocuk bu dille işte”, diyerek kendisi adına teessürlerimi belirttim; içimden tabii!!! :))
Kimi zaman folk, kimi zamansa opera dinliyormuşsunuz hissi veren ve zaten müziği de “popera / pop-opera” diye tanımlanan bu tenor delikanlı, dinleyiciyi “Doğu ağıtları yakan ama bir Batılı” hissi vererek ve hüzünle melankoliyi coşkulu tavrıyla dengeli bir biçimde harmanlayarak bir duygu kuyusuna itiveriyor, usulca...Kimi zaman haykırıyor, yükseltiyor sesini, ama usulca, kimi zaman gayet sert, kimi zaman gayet yumuşak çıkıyor sesi, ama hep ve hiç rahatsız etmeden, karşısındakileri yormadan...(Aya İrini gibi tarihi ve büyülü bir mekânda sahne almak hiç süphesiz onun da tavrına yansıyordu, kendisinin de sıkça belirttiği üzere!). Zaman zaman durup dinlenmeden, ara vermeden birbiri ardına eklediği şarkılarına bir küçük es verip, bir kaç espri yapıveriyor -ayrıca komik de kendisi-, fakat nedense, en azından ben hep bir hüzün sezinliyorum ses tonunda, nedense aklıma konser boyunca “çavdar tarlasında çocuklar” romanı ve duygusu hakim, gözümün önüne sürekli sapsarı ve boylarından büyük çavdarların arasında tarlada bir o yana, bir bu yana koşuşturan çocukların görüntüleri geliyor. Ve işte Wainwright’ın sesinde de bu tarlalarda çoşkuyla koşuştururken, onu eve çağıran annesinin sesini duyup bir anda hayalkırıklığıyla kalakalan ve ne yapacağını bilemeyen çocuk hüznünü hissediyorum; komiklik yaptığında bile...
Esprilerinin büyük kısmı kendisiyle dalga geçmek ve, ya da karşılıksız, platonik aşkları ve hayalkırıklıkları ve cinsellik üzerine kurulu; bir çeşit ironi sanırım...Sürekli, beğendiği hiç bir erkeğin nedense kendisine yüz vermeyişi, aksine kızlar tarafından ilgi ve taciz'e boğulduğunu ve buna pek bir bozulduğunu irdeliyor...Cinsel kimliğini, eşcinselliğini gizlemek bir yana, bazen karşısındakilere “iyi, tamam anladık da, yani neden bu fazlasıyla vurgu?” dedirtecek raddeye geliyor bile denebilir. Ama bu kendini ve cinsel kimliğini olduğu gibi kabul ettiriş biçimi, sanatı ve yorumuyla insanın içine işleyerek aradaki mesafeyi “bizbizeliğe” indirmesi gerçekten de takdire şayan. (Geçmişte kendisini kalıcı körlüğün eşiğine kadar götüren madde bağımlılığından sıyrılıp kurtulmasını sağlayan kişinin yakın dostu Elton John olması bile bunu anlamamızı sağlayabilir!). Şarkıları canlı söylerken albüm kayıtlarında bile zar zor anlaşılan şarkı sözlerini ayrımsamak neredeyse imkansız, ama yine de ses tonuyla size verdiği duygu bile kalbinizin, ruhunuzun bir yerlere gidivermesi için yetiyor da artıyor. Aynı şey kendisi için de geçerli sanırım ki, kendini şarkılarına kaptırdığı anda mimik ve jestleriyle adeta o anları ve duyguları yaşıyor ve işte bu kaptırış durup dinlenmeksizin birkaç şarkıyı peşpeşe çalıp söylemesine neden oluyor.
Genç yaşına rağmen derin ve uçlarda yaşadığı duygusal iniş çıkışlar ve deneyimler, ruhsal savruluşları, hâlâ koruduğu çocuksu ve masum tavrı, yazdığı bilgece ama yine de zaman zaman muzip şarkı sözlerinde ortaya çıkıyor.
O gerçekten çağımızda rastlaması gün geçtikçe zorlaşan, yeni nesil bir OZAN...“Sazı”, sözü, sesi bunun ispatı...
Sözün sonu...İstanbul Rufus Wainwright’ı sevdi, sanırım Wainwright da İstanbul’u ve en çok da “neşeli-gay” boğaz köprümüzü... :) "I loved your gay bridge İstanbuulllll!!!!"

Yine gel, olmaz mı?


g.ü.