9 Eylül 2012 Pazar

...insan ne için yaşar...


     İnsan ne için yaşar diye sorulduğunda, benim yanıtım, belki birçok insanın da olduğu gibi, “huzur” oluyor. Ancak önemli olan bir şeyi istemekten ziyade, onu elde edebilmek; sağlayabilmek, ve de daha da ve en önemlisi onu sürdürülebilir kılmaktır. Uzun ömürlü olmayan, sürmeyen şeyler, aksine elde edildikleri gibi hızla kaybedilerek daha büyük hayal kırıklıkları ve duygusal çöküşlere de sebep olabilirler.

     İnsan, huzuru ancak “tutkuyla” elde edebilir bence! Tutku derken bu tensel, cinsel anlamda tutku değildir elbet; sadece! Yaptığın, yaşadığın her şeyi tutkuyla, aşkla, sevgiyle yaparak olur, elde edilir... İşine tutkuyla sarılarak, sevdiğin kişiye tutkuyla bağlanarak, hayatı tutkuyla kucaklayarak, yani yaşadığın, yaptığın her şeyi tutkuyla yaparak. Ki ancak böyle yaptıkların ve yaşadıkların seni tatmin eder ve bunun sonucunda mutluluk, başarı ve huzur gelir. Yoksa, tutkusuzluk hırsa, hırs elde etme ya da edememe huzursuzluğuna ve tatminsizliğine sebep olur, ki bence modern toplumların genel mutsuzluğunun temeli, temel sebebi insanların toplumsal dayatmalarla, beyin, ruh ve vicdanlarının bileylenmesi veya körleştirilmesidir. Bu yüzden insanlar kendilerine yüklenen sosyal görevler ve olmazsa olmazları elde edebilmek uğruna umutsuz ve tatminsiz hayatlar yaşıyorlar, daha doğrusu hayatlarını gün be gün tüketiyorlar. Boşa geçen zamanların, ancak ve yalnızca nefes alan mutsuz kuklaları oluyorlar. Ve bu bulaşıcı mutsuzluk bireylerden diğerlerine, her birine, her birinin evlatlarına ve oradan da tüm topluma sirayet ediyor. Ve insanlar bu umutsuzluk ve huzursuzluklarını geçici, yüzeysel kandırıklarda; mutluluklarda, yapay feylozofilerde ya da derinliği aslında kavrayamayacağı kadar fazla olan deryalarda arıyorlar. Tabii ki en nihayetinde sadece yüzeyde ve sığ sularda çırpınıp, kalakalıyorlar.

     Ne yazdıkları, olduklarını sandıkları, arzuladıkları şeyler ya da kimseler olabiliyorlar, ne de “ne olmadıklarının” farkına; ayırdına varabiliyorlar… Yaşamları öylece, kendilerini ve diğerlerini ikna etmeye, ya da birbirlerine yaranmaya çalışmakla sürüp geçiyor…

     Dün geçti, yarın meçhul, tek günümüz “bugünümüz”! Dört nala, bizzat kendimiz, olduğumuz gibi ve derin derin yaşamak lazım…

lakırtı kavafı g.ü.