İnsan ne için yaşar diye sorulduğunda, benim yanıtım, belki
birçok insanın da olduğu gibi, “huzur” oluyor. Ancak önemli olan bir şeyi
istemekten ziyade, onu elde edebilmek; sağlayabilmek, ve de daha da ve en
önemlisi onu sürdürülebilir kılmaktır. Uzun ömürlü olmayan, sürmeyen şeyler,
aksine elde edildikleri gibi hızla kaybedilerek daha büyük hayal kırıklıkları
ve duygusal çöküşlere de sebep olabilirler.
İnsan, huzuru ancak “tutkuyla” elde edebilir bence! Tutku
derken bu tensel, cinsel anlamda tutku değildir elbet; sadece! Yaptığın,
yaşadığın her şeyi tutkuyla, aşkla, sevgiyle yaparak olur, elde edilir... İşine tutkuyla sarılarak,
sevdiğin kişiye tutkuyla bağlanarak, hayatı tutkuyla kucaklayarak, yani yaşadığın,
yaptığın her şeyi tutkuyla yaparak. Ki ancak böyle yaptıkların ve yaşadıkların
seni tatmin eder ve bunun sonucunda mutluluk, başarı ve huzur gelir. Yoksa,
tutkusuzluk hırsa, hırs elde etme ya da edememe huzursuzluğuna ve
tatminsizliğine sebep olur, ki bence modern toplumların genel mutsuzluğunun
temeli, temel sebebi insanların toplumsal dayatmalarla, beyin, ruh ve
vicdanlarının bileylenmesi veya körleştirilmesidir. Bu yüzden insanlar
kendilerine yüklenen sosyal görevler ve olmazsa olmazları elde edebilmek uğruna
umutsuz ve tatminsiz hayatlar yaşıyorlar, daha doğrusu hayatlarını gün be gün
tüketiyorlar. Boşa geçen zamanların, ancak ve yalnızca nefes alan mutsuz
kuklaları oluyorlar. Ve bu bulaşıcı mutsuzluk bireylerden diğerlerine, her
birine, her birinin evlatlarına ve oradan da tüm topluma sirayet ediyor. Ve
insanlar bu umutsuzluk ve huzursuzluklarını geçici, yüzeysel kandırıklarda;
mutluluklarda, yapay feylozofilerde ya da derinliği aslında kavrayamayacağı
kadar fazla olan deryalarda arıyorlar. Tabii ki en nihayetinde sadece yüzeyde ve
sığ sularda çırpınıp, kalakalıyorlar.
Ne yazdıkları, olduklarını sandıkları, arzuladıkları şeyler
ya da kimseler olabiliyorlar, ne de “ne olmadıklarının” farkına; ayırdına varabiliyorlar…
Yaşamları öylece, kendilerini ve diğerlerini ikna etmeye, ya da birbirlerine
yaranmaya çalışmakla sürüp geçiyor…
Dün geçti, yarın
meçhul, tek günümüz “bugünümüz”! Dört nala, bizzat kendimiz, olduğumuz gibi ve
derin derin yaşamak lazım…
lakırtı kavafı g.ü.